Teslimiyetten medeniyet doğmaz. Medeniyetin tohumu sorularla atılır, cevaplarla göverir. Bir tohumdan bir çınar, bir gülden gülistan olur. Medeniyet dediğimiz şey kültürel zenginlikten doğar. Kültürel çoraklıktan medeniyet doğmaz. Bir bağ ve bahçenin oluşması için toprağın elverişli olması gibi bir medeniyetin doğması için de kültürel ortamın elverişli olması gerekir. Çorak topraklar kısırdır…

Bir medeniyetin oluşabilmesi için bazı şartlar gerekir. Zira muhakeme eden beyinlerin bir araya gelmesinden fikriyat, şairane ruhların bir araya gelmesinden sanat, yürünecek yolun belirlenmesinden metot, hedefe kilitlenmekten ideal ve amaç doğar. Fikriyat, sanat, metot, amaç ve ideal olmazsa medeniyet de olmaz! Bunların varlığı kültürü, kültür de medeniyeti yaratır. Yeni bir medeniyet on beş yirmi yıllık bir zaman diliminde doğmaz. Medeniyet bir kuşak işi değil, devir işidir. İslam dini yirmi yıl gibi bir sürede ancak fikriyat boyutunu tamamlamış, ancak yüz yıl sonra devlet/medeniyet olabilmiştir. Bugünkü Batı’nın demokratik tecrübesi iki bin beş yüz yıllık bir tecrübeye dayanmaktadır. Modern medeniyetleri ise en az üç yüz yıllık bir geçmişe sahiptir.

Bugün Medeniyet tasavvurunu dillerinde sakız gibi çiğneyenlere bakıyorum, dillerine doladıkları kavramın farkında dahi değiller. Bir defa kültür ve medeniyeti diline dolayanların gönüllerinde bir aşk olması gerekir. Çünkü ilim ve kültür aşk ve dert işidir. Bunların dertleri yok! Etik, estetik ve diyalektikten yoksunlar. Ne muhakemeleri var ne fikriyatları. Ne metotları var ne amaçları. Papağan gibi bir medeniyet sözcüğüdür ezberlemiş duruyorlar. Kendilerine ait olmayan kavramlarla, kendilerine ait olmayan sözcüklerle konuşuyorlar. Bunların dilleri emanet kavramlarla, zihinleri tercüme fikirlerle sınırlıdır. Özgün ve orijinal değillerdir. Davranışlarının sirk maymunlarının gülünç taklitlerinden farkı yoktur. Çünkü içini kendinizin doldurmadığınız hiç bir kavram sizin değildir. Sizin olmayan kavramlarla ne düşünebilir, ne yeni şeyler söyleyebilirsiniz. Davranışlarınız bile eğretidir.

Batının felsefe ve sanatta icat ettiği kavramlara bakınız. Her biri dünyayı etkileyen birer ideolojiye dönmüştür. Kapitalizm, Komünizm, Liberalizm, Demokrasi Nihilizm, Naturalizm, Sembolizm, Dadaizm Egzistansiyalizm vs. Her birinin arkasında bir büyük adamın adı yazar. Batı bırakın düşünce ve ideolojileri, ahlaksızlığını dahi belli bir form içinde verir. Cinsellikten bir bilim, erotizmden bir sanat yaratmıştır. Bir Freud, bir Adler çıkarmıştır. Bugün eleştirdiğimiz Freud ve Lacan'ı dahi görmezden gelmek mümkün değildir. Cemil Meriç'in deyişiyle "lağım çukurunun kapağını açan Freud'un” eserlerini psikolojide ders kitabı olarak okutuyoruz. Bizde ne lağım çukurunun kapağını açacak, ne de büyük fikirler ileri sürecek beyinler var. Bizim ilim adamlarımız mühendislerimiz bırakın lağım çukuruna inmeyi, teolojik alana, inşaat alanına dahi girmiyor. Batı medeniyeti işte bu büyük adamların düşüncelerinden doğmuştur. Peki, medeniyet tasavvurundan bahsedenlerin bir kavramı var mı ki kültür ve medeniyetten bahsediyor? Kendi yaraları, açmazları, sorunlarıyla yüzleşmekten acizler! Kendilerini aşamayanlardan aşkın fikirler çıkmaz. Yeni bir söz söyleyemezler...

İslam dünyası bırakın bir medeniyet inşa etmeyi, sorunlarıyla yüzleşmekten dahi acizdir. Kendi sorunlarıyla yüzleşmek bir ahlak ve etik meselesidir. İslam dünyasında ne ahlak, ne de etik kalmıştır. Dolayısıyla daha ilk başta kaybetmiştir. Kaybetmeye de devam etmektedir. Dünyanın en hukuksuz, en acınası, en sefil ve hakkını aramaktan aciz insan yığınlarının yaşadığı talihsiz bir coğrafyadır. Ne Batıya teslim olabilmiş ne de meydan okuyabilecek gücü ve cesareti kalmıştır. Geçen yüzyılı kaybetmiş, bu yüzyılı da kaybedecek gibi. Çünkü daha bu yüzyılın başında kendi içinde savaşmaya başladı. Kabil gibi kardeşkanı dökmekten düşünmeye zamanı yoktur. Ne zaman ki Kabil kardeşinin cesedini gömünce aklı başına gelmiş, trajedisinin farkında olmuş, İslam dünyası da ancak kardeşlerinin cesedini ve silahlarını gömdükten sonra aklı başına gelecektir. Bu yüzden İslam dünyasının bir medeniyet tasavvurundan bahsedebilmesi için kendi kendisiyle hesaplaşması, eleştiri ve özeleştiriyi geliştirmesi gerekir. Yoksa medeniyet tasavvuru ağızlarını dolduran ancak ruhlarına ve gönüllerine inmeyen bir sakızdan başka bir şey değildir.