Urfalı Meteos'un dile getirdiği Urfa Samsat ,Maraş ve Antakya depreminin 1513 yılında bu bölgeyi yıktığını bilen hiç kimse yoktu.

Adıyaman'a yaptığımız ziyaret toplam bir gün içerisinde toplam altı saattir .Bunun üç saatini Kahta'ya, diğerini ise Adıyaman'a ayırdım.

Adıyaman notları yayınlanınca Bazı arkadaşlarım arayıp sitem ettiler, "nasıl haberimiz olmaz" diye. Bunun tek nedeni zamansızlıktır. Bu bu sitemi yapanlardan biri değerli arkadaşım GAP gazeteciler Birliği Başkanı sayın Zeynel Abidin Kıymaz Bey'dir. Kıymaz Bey depremin acılarını Adıyaman'da kalarak hemşerileriyle birlikte yaşadı.

Adıyaman'da bazı arkadaşlarımı ise aramaya cesaret edemedim. Deprem olduktan sonra da arayamadım çünkü verdikleri acı haberlere dayanamıyordum. Bir tanıdığın bir yakınımın kaybınının acısını İşitmeye tahammül edemiyordum. Gücüm ve takatim yoktu.

Adıyaman'da olduğunu bildiğim gençlik hareketimizin değerli simalarında Bekir Akın abiyi aradım Adıyaman'da mısınız? diye sordum. Mersin'de olduğunu söyledi. "Arkadaşlardan Adıyaman'da kimler var ?" sordum. Onlarca arkadaşımız olmasına rağmen sadece Mustafa Bulut olduğunu söyledi.

İstanbul'da olduğunu bildiğim Mehmet Ali Alkuş sırf Adıyaman'da olduğumu belirtmek için aradım O da tesadüfen o gün Adıyaman'daymış.

Adıyaman pek Bilinmez ama bir şiir şehridir Türkiye'de birçok Anadolu şehri eski türkülerini söylerken Adıyaman yeni eserler vermektedir burada son asırda çok büyük bestekarlar çıktı Rakıp Binzet biridir. Abdurrahman Fillik, Aziz Çelik, Börgenekli Aşık Yusuf.

Bu arada bir destan şairi olan merhum Halit Özdüzen 'i de anıp onun Adıyaman şiirini paylaşmak istiyorum:

Pırıl, pırıl bir nehir

Her taraf sahra, mesir

Sultanlara ilk mehir

Eski bir antik şehir.

Bağlar baran barandır

Bura Adıyaman’dır.

Güneşin doğuşuna

Göksu’nun akışına

Göllerinin başına

Gönlüm aman amandır

Bura Adıyaman’dır.

Yarimin halhalına

Omzundaki şalına

Basmasının alına

Sevdam dolam dolamdır

Bura Adıyaman’dır.

1995'li yıllarda Adıyaman yeni yeni kendine geliyordu. Bir gayret ve bir kalkınma çabası içerisindeydi. Bu çaba içerisinde bir öğretmen olarak bizim de on yıllık katkımız olmuştu. Adıyaman'da O bir günlük gezi içerisinde zihnime düşen hayıflanma şuydu: yaptığımız bütün çabalar boşa mı gitti? diye.

Hiçbir Seçim döneminde Adıyaman'ın çok tehlikeli bir fay hattı üzerinde bulunduğu dile getirilmedi. Urfalı Meteos'un dile getirdiği Urfa Samsat ,Maraş ve Antakya depreminin 1513 yılında nasıl bu bölgeyi yakıp yıktığını bilen hiç kimse yoktu. Hiçbir partinin depremle ilgili bir vaadi yoktu. Şimdi olmayışının acı sonuçlarını görüyoruz. Bu acı sonuçları tüm Türkiye çekiyor. Bu felaketin altından kalkmak için milletimiz topyekün bir yükün altında, on binlerce can gitti. Hayaller yıkıldı. Ümitler söndü. Çok acılar yaşadık. Bu felaketlerin tek bir kaynağı bilgisizlik ve hadsizlikti. Bilimi rehber edinmeyişimizdi.

1513te Urfa, Adıyaman, Maraş, Antakya depremleri

Urfalı Meteos'un Urfa'da yaşadığı, halkın derin bir uykuda olduğu sırada meydana gelen depremde Urfa'da pek çok ev ile şehirin 13 burcu Harran'ın bir sur'u, Samsat ise yere battı Maraş şehri yeraltına gömüldü, Şehir, halkı için bir mezar oldu Maraş'ta 40.000 insanın hayatını kaybetti.diye yazar. Naci Görür Hoca bu fay hattının beşyüz yılda bir kırıldığını söyler.

Mareri ayının 12 sine tesadüf eden pazar günü Haç yortusunda korkunç bir nişane belirdi. Bunun gibi İlâhî gazap ne geçmişte ne de bizim zamanımızda görülmüş ve işitilmiş ve ne de kitaplarda okunmuştu. Derin bir uykuya dalmış bulunduğumuz bir sırada aniden müthiş bir gürültü koptu ve bütün dünya sarsıldı. Yeryüzü şiddetle titredi, kayalar yarıldı ve tepeler çatladı. Dağlarla tepeler şiddetle çınladı. Onlar canlı hayvanlar gibi ses çıkardılar. Dağların sesi, kulaklarda bir ordunun çıkardığı gürültüyü andırıyordu. Mahlûklar, Allah’ın gazabı altında şaşkın bir vaziyet içine düşmüş olup dalgalı bir deniz gibi titriyorlar ve çalkalanıyorlardı. Çünkü bütün ova ve dağlar sanki bakırdan imiş gibi çınladılar ve ağaçlar gibi sallandılar, insanlar ağır hastalar gibi inliyorlardı. Yeryüzünden, dehşete kapılmış ümitsiz bir firari gibi figan ve haykırış sesleri yükseliyordu.

Bu sesler, zelzeleden sonra da geceleyin bir saat kadar işitiliyordu. Bu felâket esnasında herkes kendi hayatından ümidini kesti ve kıyamet gününün geldiğini zannetti. Çünkü tam bir kıyamet gününü andıran bir hal vardı. Gün pazar, makam “var”(Ermeni musikisinin sekiz perdesinden biri) ve kamer de eksilmekte olduğundan, her şey kıyamet gününü andırıyordu. Bundan dolayı, herkes yeis içine düşmüş ve ölü haline gelmişti. O gece birçok şehir ve bölgeler harap oldu.

O gece, Samusat, Hısmmansur, Keysun, Raban(Araban) ve Maraş şehirleri harap oldu.

Maraş’ın akıbeti o kadar feci olmuştur ki takriben 40,000 insan telef oldu. Bu, çok nüfuslu bir şehirdi ve bu felâketten hiç kimse kurtulamamıştı. Sis şehrinde (Kozan) de aynı şey vuku buldu ve sayısız insan öldü. Birçok manastır ve köy harap oldu ve on binlerce erkek ve kadın telef oldu.

Karadağ’da bulunan meşhur Basilien manastırında, aziz Ermeni ruhanîleri, yeni yapılan bir kiliseyi takdis etmek üzere toplanmış bulunuyorlardı. Bunlar ayin icra ettikleri sırada kilise onlarım üzerlerine yıkıldı

Maraş yakınında bulunup Hesuantz (Jesueens) denilen büyük manastırda da aynı şey vuku buldu. Bu manastır yıkıldı. ve bütün rahipler enkaz altında kaldı. Zelzele durduktan sonra kar yağmağa başladı ve yeryüzü karla kaplandı.

Böylelikle birçok Hristiyanlar müthiş bir akıbete maruz kaldılar.

Adıyaman'da depremle ilgili konuştuğum her arkadaşım Urfalı Meteos gibi aynı ifadede bulunuyor "sanki Kıyamet kopuyordu. Bir arkadaşım önceki sarsıntılarda avize ileri geri giderken bu depremde bir vantilatör gibi dönüyordu, sanki bir girdaba kapılmıştık. Yıkılan binaların çıkardığı korkunç sesler ev ağır hasar aldı ancak tam çökmedi dışarıya çıktığımda birçok bina çökmüştü kimsecikler ortada yoktu , Bu millet nerede diye kendi kendime soruyordum. Aklıma gelmiyor ki komşularım, arkadaşlarım, hemşerilerim yıkılan enkazın altında! Ankara'da karşılaştığım Tayyar Gürsoy " beş dakika önce uyanmıştım. mutat adedim bu saatlerde kalkıp kahve yapmaktı. Beş dakika sonra deprem başladı. Tıpkı bir futbol topu gibi. Sarsıntı beni duvardan duvara çarpıp durdu"